Naber? Nasıl gidiyor?
Öncelikle güzel yurdumda yaşayan herkesin şeker bayramını tebrik etmek isterim. Bu bayram göçmen krizi zirve yaptı biliyorsunuz. Bu blogu biraz eğlenmek için yazdığımdan bu konudan uzak kalacağım, fakat bence genel olarak bu coğrafyada bir sorun var. Geçenlerde biliyorsunuz Ayasofya’nın kapısını yediler. Yani yiyenlere afiyet olsun, ben insanların cinsel eğilimleri ve yemek istedikleri şeyler konusunda özgür olmalarını destekliyorum. Fakat, Ayasofya gibi dünyanın en önemli şaheserlerinden birinin de kapısı yenmez. Yani her konuda durulması gereken bir çizgi olduğunu düşünüyorum. Bu garipliğe biraz uzaktan bakıp düşününce, Türkiye’yi hiç bilmeyen biri ile İngilizce tanışma diyalogları canlanıyor zihnimde. Başka bir diyarın insanına “hindi” adında bir ülkede yaşadığınızı ve ülkenizde insanların tarihi eserlerin ahşap kapısını yediğini nasıl söyleyebilirsiniz? Türkiye’de yaşamak başlı başına bir absürt komedi bence.
Hava durumu bakımından senenin en tutarsız günlerindeyiz. Mont veya ceket almadan dışarı çıktığınızda üşüme ihtimaliniz bir hayli yüksek. Montla çıktığınızda da sıcak yüzünden giyememek ve sürekli montu elinizde taşıma durumu söz konusu. Nasıl oluyor bilmiyorum ama bu iki ihtimal toplamda %50’den fazla. Biraz excel tozu yutmuş biri olarak, bu duruma anlam veremiyorum. Murphy kanunları dünya üstündeki en güçlü kanunlar sanırım. Newton fiziğinin geçerli olmadığı yerler bulundu, Einstein’ın bazı konularda yanıldığı anlaşıldı ama Murphy... Aslanlar gibi tarihe direnen ve olasılıkları yerle bir eden bir adam. Neyse siz yine de ceket falan alın ama çanta da alın. Onu onun içinde taşıyın.
Geçen gün eve dönerken, sokakta tam tekmil giyinmiş bir futbolcu gördüm. Forması, tozlukları ve halı sahaları, kocaman bir sırt çantası ve iki elinde zar zor taşıdığı kocaman Migros poşetleri ile sokakta yürüyordu. Bence harika bir görüntüydü. Sokakta iş kıyafeti ile gezen meslek grupları pek az. Futbolcuların forma ile gezmesi de pek nadir bir durum olsa gerek. Futbolculuk böyle bir meslek işte, sokakta kendi iş kıyafetlerinle gezdiğin zaman dallamanın biri seni sokakta öyle gördüğü için blogunda komik olmaya çalışan şeyler yazmaya çalışıyor. Ama bana hak veriyorsunuz değil mi? Mesela düşünsenize, bir futbolcu Hacıosman - Yenikapı metrosunda her an maça çıkabilecekmiş gibi oturuyor. Herkes ona bakmaz mı? “Bu birey neden böyle giyinmiş?” diye sorgulanmaz mı? Futbolcu tarafından da iş kıyafetini iş dışında giydiği için toplumdan ilginç bir ilgi ve baskı yaşaması üzücü bir durum. İnsanları özgür bırakmalıyız bence artık. Bir futbolcu da sokakta özgürce iş kıyafeti ile gezebilmeli.
Yukarıda yazdığım gibi, her mesleğin bir zorluğu var işte. Bugüne kadar zorluğuna en az değinilen mesleklerden biri de bence süper kahramanlık. Bu aralar Amazon Prime’da bu konuda çeşitli içerikler tükettim ve süper kahraman olmanın zorluklarını ele alan güzel yapımlar var fakat bu paragrafa ilham olan şey The Batman filmi. Batman biliyorsunuz adalete düşkün ve düşmanlarını, kötü adamları öldürmeyen, onları tutuklatan falan bir adam. Fakat bu hikayede bence yanlış bir şeyler var, en azından anlatılmayan bir kısım. Düşünün şimdi Batman’siniz ve aşırı gelişmiş savunma ve saldırı teknolojilere sahip aşırı güçlü bir insansınız. Başarı ölçütünüz de kötü adamları “öldürmeden” adalete teslim etmek. İş yaşamına dair biraz bilgisi olan herkes bilir ki, bir kişi veya ekibin tüm projeleri kusursuzca tamamlaması mümkün değildir. Her zaman bir hata payı, sorun ihtimali olur. İşte Batman kendine bu hata payını tanımıyor. Çeşitli yapımlarda birini öldürmemek için kendini çok zor pozisyonlara soktuğunu gördük. Halbuki öldürmek o an dünya için yapabileceği en iyi şey. Ayrıca burada bu hesapları yapamayan Batman’in Wayne Inc.’i nasıl yönettiğini de merak ediyorum. Sırf bir prensibe uymak için inanılmaz fırsat maliyetleri yaratıyor kendisine. %5 gibi makul bir oranda “kader olaraktan” öldürse bence sorun yok.
Bir 8 ay kadar önce, kız kardeşim anne olurken, bende de dayı olma kilidi açıldı. Dayı olduğuma göre artık ya çok iyi bir herif ya da çok sikko bir herif olmalıyım. Çünkü biliyorsunuz, dayılar öyledir. Yani ya kız kardeşimin çekirdek ailesini zarara sokmalı ama onlar tarafından kötü anılmalı ya da aşırı başarılı, iyi bir insan olmalıyım. Ama bu pragrafın konusu ben değilim. Anne olduğu gibi, anne olmanın bilgeliğini de download eden kız kardeşim. 6-7 aylık bebeği var ve sürekli Instagram denen o lanet olasıca yerden “annelik” hakkında aşırı sikko söylemleri yine aşırı sikko bir arka plan üstüne yapıştırılmış postlar paylaşıyor. Bu postlardan bir tanesinde “çocuklarınızı sorumlulukla ödüllendirin” gibi bir şey yazıyordu. Abi senin çocuk 6 aylık, sen bu çocuğa nasıl bir sorumluluk verebilirsin? “Kahvaltıları sen toplayacaksın artık Huzeyfe Talip” mi diyeceksin? Nasıl bir sorumluluk üstlenmeli yani bu çocuk? Çocuk büyütmek ile ilgili tevatür çok çeşitlendi ama bence insanlığın üstüne biraz fazla düşündüğü bir konu. Bana soracak olursanız, dünyada iyi insan yetiştirmekten daha önemli olan bir sürü şey var. Mesela hiç insan yetiştirmemek. Yiğenimin adı tabii ki da Huzeyfe Talip değil bu arada.
Eve gelen ustalar çok garip kimseler. Büyük çoğunluğunun ayaklarının çok kötü kokması ve çatalının gözükmesi dışında tüm bu segmenti yatay kesen başka konular da var. Mesela yalan söylemeleri. Bu adamlarla -çok büyük oranda erkekler- iletişim kurarken, bir şey üstüne sözleşirken (çoğunlukla zamanlama) sana yalan söylediklerini biliyorsun. İçinden “Şu an bana yalan söylüyor ve bu yalanı bir şekilde doğru yapmak için ona aşırı iyi davranarak sözünde durması için kendimi sevdirmeliyim. Söylediği zamanda gelip, karşılığında ödeme alacağı işini yapması için neden o saatte gelmesi gerektiğine dair somut, ikna edici, insani ve kapsayıcı gerekçemi sunmalıyım.” diyorsun ve buna göre argümanlarını sıralıyorsun. “7 gündür kombi çalışmıyor, donuyoruz; yalvarırım gel artık” gibi sonu Yıldız Tilbe’ye dönen varoşlukta talebini dile getiriyorsun. Gerekçenizde kapsayıcılığın da şöyle bir önemi var, mesela orta veya üst sınıf bir ihtiyaçsa ustalar kolektif zihin birliği tarafından reddedilebilir. Mesela “sıcak sudan hemen soğuk suya geçiyor, duş deneyiminin çok kötü” onlar için bir bahane olamaz. Donmanız, evi su basması, internet olmaması, kombi çalışmaması gibi nedenleriniz olmalı ki bir saat kadar rötarlı gelsinler. Usta serisi devam edecek...
Yorumlar
Yorum Gönder