Ergenlik Zekası, Hayal Kırıklıkları, Yapışkanlık, Balmumu Heykelleri ve Karşı Olduğum Bazı Yenilikler Üzerine
Naber? Nasıl gidiyor?
Beni soracak olursanız, ben iyiyim. Yaşayıp gidiyoruz işte. Biraz nötr hatta olumsuz bir giriş oldu fakat aslında çok keyifliyim. Çünkü her geçen gün ergenlik günlerim biraz daha geride kalıyor. Ergenlikten uzaklaşmak bana büyük bir mutluluk veriyor. O zamanlar yaptığım aptalca şeyler deneyimlediğim anılar değil de sanki bir yerde okuduğum, duyduğum olaylar gibi kalmaya başlıyor. Ergenlik çok zor bir evre, hele erkekseniz. Erkek ergenleri tam bir hayvandır. Homosapien Sapien değil, bambaşka bir tür… Prefrontal korteksin çalışmadığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Mesela ben, maçlara çıktığım formamı yıkatmıyordum. Ne kadar kötü kokarsa o kadar başarılı bir oyuncu olacağıma, performansımın artacağına dair bir inancım vardı. Belki de aylarca 14 numaralı formamı bu şekilde yıkatmadan tekrar tekrar giydim. O kadar kötü kokuyordum ki, hayatımın kalan döneminde hiçbir kötü koku -12 gün fırında unutulmuş ve başkalaşmış bir yemek dahil- beni etkilemedi. Tabii ki de annem formamı bulup yıkamış, tırmanışa geçen basketbol kariyerimi baltalamıştı. Ergen ebeveynleri böyledir. Çocuklarının mükemmel fikirlerini baltalayan zalim hayal katilleri. Aynen.
Geçenlerde ergenlik günlerimden bir arkadaşımla buluştum. Neredeyse 10 yıldır birbirimizi birkaç kere gördük ve çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü kendisi sadece eski bir arkadaş değil, solculuktan cezaevine girmiş bir arkadaştı. Bu buluşma sonrası ben de sağda solda, bir tanıdığım üstünden bir konuda duyar kasabilecektim. Kendisine bu konudaki deneyimlerini sorduğumda, solculuktan değil feminizmden yargılandığını ve cezaevindeki süreçlerin de gayet iyi olduğunu anlattı. Bu yanıtları duyunca kafamdan aşağı buzlu su döküldü. Arasan böyle yarı mağdur edilmiş bir mağdur bulamazdın. Ben de bu konuyla övünemeyeceğim için hayal kırıklığımla övüneyim dedim. Evet.
Hayatta her zaman “geçiş dönemi” insanı oldum. Z Kuşağı bireyi değilim ama tam bir Y Kuşağı bireyi de değilim. Y Kuşağından, Z Kuşağına geçilen o tampon bölgenin insanıyım. Son yapılan OKS’ye girdim mesela. Tam ben giriş yaptığımda liseler yeni yeni dört yıl sürecine alışıyordu. Sosyal medyanın çıkış sürecini çatır çatır yaşadım. Twitter’da eskiden istediğimiz ünlü ile muhabbet edebiliyorduk. Kaan Sezyum’la DM’leşmişliğim var… Yonca Evcimik bir arkadaşımı linçletti… Öyle günlerdi. Geçiş dönemi insanı olduğum için mi yoksa kendi gereksiz naifliğimden mi bilmiyorum ama sosyal medya kullanırken çok gereksiz bir davranış biçimim var: Biri bana bir şey yazdığında muhakkak yanıt vermek. Like atıp geçemiyorum. Mutlaka bir şey yazıyorum. Konuyla ilgilendiğimiz, karşımdakinin adımının boşa düşmediğini göstermek için bir iyi niyet gösterisi. Fakat bu iyi niyet şovu beni yapışkan, zorlayıcı bir tipe dönüştürüyor. Umut Sarıkaya’nın Meriç’i gibi yavşak biri oluyorum… Sosyal medya dinamikleri beni çok yoruyor. Valla.
Hayatta öğrenemediğim bir diğer şey de bal mumu heykellerinin çekiciliği. İlk gördüğüm günden beri, bir insanın gerçekçi (?) bir replikasından hiç etkilenemedim. İnsanlar bunlardan nasıl etkileniyor, neyini seviyor anlayamıyorum. Para verip gezenler falan var. Bir şeyin bir şeye benzemesi konsepti bana zaten genel olarak çok saçma. Hayatta böyle “yani?” denecek şeyler vardır. Bu benzeme konsepti de öyle, ama asıl bal mumu heykelleri basit bir “yani?” tepkisinin çok ötesinde. Neyini seviyorsunuz? Atatürk’ün bir raplikasını görmek size ne hissettiriyor, adamcağızın kendisi bile “beni görmek sadece beni görmek değildir” gibi onu bu konunun fazla şeedilmemesini salık veren bir cümleyi tarihe not düşmüşken? Atama bir eleştiri yapmam gerekirse, toplumumuzun okuduğunu anlama becerisini biraz overestimate etmiş burada. Ben onun yerinde olsam “beni görmeyi kafaya takmayın, beni anlamaya odaklanın” gibi mesajımı daha net vermeye çalışırdım. Tabii ben de bir sürü pazarlama bilgisi ve kamuoyu araştırması verisi var… Yani Atam’a benden bilgisiz demek istemiyorum ama biraz da şey yani. Neyse.
Yazılımcılar… Yazılımcılarla ilgili sabaha kadar konuşabilir, haklarında iyi kötü şeyler söyleyebilirim. Başka hangi meslek grubu masasındaki öğeleri paylaşabileceği bir sosyal medya uygulaması geliştirebilirdi… Bu sadece yazılımcıların yapabileceği kadar “kendini önemseyen” bir davranış. Ancak bir yazılımcının ihtiyaç duyabileceği kadar suni bir ihtiyaç. Fakat bu paragrafın konusu başka bir setup türü. Nişan ve “kız isteme” masa setup’ları. Bu setup’lara hayatta bir ben mi takıyorum bilmiyorum ama çok garip değil mi yahu? Eskiden yoktu böyle şeyler ve bir anda evlenmenin anayasasına girmiş ve yapmayanı silkeliyorlarmış gibi herkes yapmaya başladı. Tarkan ile beraber toplumu yatay kesen, tüm sosyo ekonomik sınıfların aynı anda ortak geleneği olan (anlamsız bir şekilde türediği için buna türenek diyelim) garip bir türenek oldu. Bu allahın belası türeneği başımıza sosyal medya musallat etti. Bir gün birisi bu masayı kurdu ve kollektif biçinci tetikledi. Nedenini, nasılını ve estetikliğini sorgulamadan herkes bunu sevdi ve kötüsü uygulamaya başladı. Rezalet.
Hayatta kimliğimi hep ilericilikle tanımladım. En azından kendimi bildim bileli. Yani son birkaç yıldır. Tüm muhafazarlıklarımdan sıyrılıp, her durumu ve olasılığı kabullenebilen ve yüreğini geniş bir biçimde yeniliklere hatta ilerlemeye açan biri oldum. Fakat bu hafta böyle olmadığına dair acı bir gerçekle yüzleşmek zorunda kaldım. İtiraf etmesi güç ama ben bir lezzet muhafazakarıyım. Dimağımdaki mevcut lezzetlerin en iyisi olduğunu ve bu lezzetlerin jenerasyonlarca tekrar edilerek oluşturulduğuna dair bir inancım var. Yeni lezzetlere hayatımda kesinlikle yer yok. Lezzet konusunda kendi konfor alanımızı test etmeye de gerek yok. Bu ilerleme gerektiren bir alan değil. Bir lezzet devrimi olsa mesela, sığınaklarda gizli gizli kuru fasulye pilav yerim ben. Kuru fasulye pilav yiyenler cezalandırılsa, suçum eski yemeklere sahip çıkmak; yenilerini benimseyememek olsa bu uğurda ipe giderim. Öyle çocuklar yetiştiririm ki, torunlarım yüzlerce yıl sonra “bir gecede aç kaldık” diye anlatır. Patatesli yeşil mercimeği öyle anlatırım ki torunlarıma, torunlarım onun cennetten gelen ve her yiyenin büyülendiği bir yiyecek olduğunu düşünür. Bu milletin damak tadı değerleri ile oynamayın ulan. Kesinlikle!
Yorumlar
Yorum Gönder