Naber? Nasıl gidiyor?
Bu yazı bu serinin ilk yazısı. Öznel birtakım fikirlerimi bütün öz güvenimle dışa vurduğum, bunu yaparken de minimum sansür uyguladığım bir format düşünüyorum. Ama ne düşündüğümün ne önemi var ki? Önemli olan ne yaptığım…(öfff lafa bak)
Şimdilerde çokça utandığım bir blogum vardı. Orada “Introspection Denemelerim” isimli bir serim vardı. Zihin akışımı yine minimum sansür ile public ettiğim bir formattı. Sonraları okudukça utanmaktan bu işleri bıraktım. Utanmamın sebebi, yazılarımdaki yazım hatalarıydı. Bildiğin yanlış harflerin basılı olduğu bir sürü yazı. Akışa dair eleştirilerim de vardı. Genel olarak kendi yaptığım hiçbir şeyi pek beğenemiyorum. Aradan 1 gün geçince incelemeye çok utanıyorum. Sanki iğrenç gibi geliyor. Bu bir mükemmeliyetçilik mi -hiç sanmam- öz güven eksikliği mi bir türlü çözemedim. Garip bir duygu işte. Çok şükür şimdilerde yazım yanlışlarını kontrol eden bir sürü uygulama var.
Bu yazı türünün bir esinlenme noktası da “Uykusuz” dergisindeki “Bebek Kafası” bölümüdür. Uykusuz’u alışımdaki ilk motivasyon Otis Abi olmuştur. Daha doğrusu ilk alışlarımdaki motivasyon. Fakat verdiğim paranın tam karşılığını alabilmek amacı ile her bir harfine gözümü değdirmek gibi bir motivasyon da gelmiştir zamanla. İşte bu motivasyon beni bu “Bebek Kafası” bölümü ile tanıştırmıştı. Bu bölümün yazarı, geçtiğimiz yıllarda bir taciz ifşası ile suçlandı. Daha doğrusu bir tacizci olduğu ortaya çıktı. Şimdilerde kendisini kensılladığım için de burada ismini anmıyorum. Tüh sene kötü adam.
Bu arada kensıllama hakkında ne düşünüyorsunuz? Kensıllamanın beni tam tatmin eden bir Türkçesi yok. Fakat hem fonetik olarak, hem de anlam olarak kensıllama “cuk” oturuyor derim. Neyse, soruya dönecek olursak; ben kensıllamayı destekliyorum. Çünkü, birini yok ettiğinizde aslında hiçbir anlamı olmayan hayattan hiçbir şey eksilmiyor. O yüzden, biri bir yavşaklık yaptığında o kişinin kensıllanması çok hoşuma gidiyor. Örneğin geçenlerde bir şarkıcıya taciz mesajları çıkan M.A.E öyle bir kensıllanmalı ki tarihten silinmeli… Öyle bir kensıllanmalı ki, Uğur Derin Dondurucu batırılmalı…
Fakat kensıllamayı başaramadığım bazı insanlar da var. Bu da benim ikiyüzlülüğüm. Hadi biraz Louis C.K konuşalım. Bu adamın yaptığı tam bir yavşaklık. Başlarda, yani olayı patladığında “ne var ya, adam onay almış işte” diye düşünmüştüm. Sanırım hayattaki güç ilişkilerine o kadar hakim değildim o zamanlar. Sonraları düşüne düşüne, aslında pozisyonundan kaynaklanan gücünü kullanarak gizli bir tehdit ile karşısındakini istediği şeye mecbur ettiğini anladım. Tam bir sosyopatlık. Fakat, adamın söylediklerini ve şakalarını o kadar seviyorum ki, kensıllamak işime gelmiyor. Onu kensılladığımda hayatta sahip olduğum büyük haz kaynaklarından biri uçacak. Böylesi bir haz kaybını da kabullenemiyorum. Bu durumda kendimi suçlamama yol açıyor. İşte bu da benim çıkmazım, ikiyüzlüğüm. Puh ulan bana.
İkiyüzlülük demişken, hayatta hemen hepimizin yaptığı ikiyüzlülükten biri de, sevgililerimizle poz verirken birbirimize bakmak. Bu fotoğraflar bana öyle ikiyüzlü geliyor ki, bunları gördüğümde acayip utanıyorum. Başkasının yaptığı bir şey adına utanmanın Almancası her neyse onu hissediyorum. Ya da kendi literatürümde Michael Scott Sendromu yaşıyorum. Aslında birbirine bakılan fotoğraflar güzel çıkabiliyor ama fotoğrafın doğal olarak yakalanması gerekiyor. Çünkü kasıtlı olarak siz birbirinize bakarken sizi çektiğinde olay çok yapmacık oluyor. Birbirine bakma işinin doğasına aykırı. Poz için birbirine bakmak tam bir dolandırıcılıktır. “Birbirimizi çok seviyoruz sinyali” dolandırıcılığı.
Bu arada, bir ara acayip kullanırdım bu “sinyalleme” sözcüğünü. Bu nedenle benimle çok dalga geçenler oldu. Ben de utanıp günlük kullanılan kelimeler listemden kaldırdım. Fakat sinyalleme mükemmel bir sözcük. Benim için anlamı, kasıtlı olarak bir konuda biri veya bir gruba mesaj göndermek anlamına geliyor. Örneğin fotoğraf çekilirken birbirine bakmak bir sinyallemedir. Birini dinlerken -hı hı, -hıı, -evet gibi nidalar çıkarmak bir sinyallemedir, eve gelince annelerin “geldin mi?” diye sorması bir sinyallemedir. Sinyalleme bir göze sokma davranışırıdır ama göze sokma gibi bariz ve şiddetli değildir. Yani kasıtlı olarak bir davranışı karşı tarafa göstermek beşli bir skalaya yerleşse, sinyalleme iki-üç arası bir yere oturur. Göze sokmak da beş olur. Sinyallemenin altında ne var bilmiyorum ama kesin var.
Neyse, yeter bu kadar.
Sürdürülebilir ve çoğaltılabilir olması dileği ile.
Long live my brain!
Yorumlar
Yorum Gönder